Spinoza Problemi

Orijinal İsim: The Spinoza Problem (2012)

Yazar: Irvin D. Yalom

Okuma Tarihi: 17 Nisan 2023 – 23 Mayıs 2023

Bu romanı bana ofisteki bir arkadaşım önermeden önce ne Baruch Spinoza ne de Alfred Rosenberg’e dair detaylı bilgiye sahiptim. İkisi de benim aşina olmadığım figürler olmasına rağmen kurgunun ilginç dokusu beni okuma konusunda teşvik etti.

Bir psikiyatrist olan Irvin D. Yalom, Rosenberg’in Spinoza üzerine neden takıntılı olduğunu anlamlandırmak için çıktığı araştırma yolunca bu kurgusal eseri yazma kararı almış. Herem ile kendi Musevi cemaatinden dışlanan Spinoza’nın en ünlü eseri Etika’sını incelemiş ve bu eserin Rosenberg’in Nazi ideolojisine nasıl tesir etmiş olabileceği üzerine çıkarımlar yapma yoluna girişmiş.

Kurgusal romanların genel olarak beğenirim. Tarihi gerçeklere eklemlenerek hikayenin derinliği artırılan kurgusal işleri daha çok severim. Yalom’un diğer eserlerini okumamış olmama rağmen bu romanı üzerinden getirebileceğim birkaç yorum var. İnsan psikolojisini inceleme konusunda uzmanlaşmış bir araştırmacının yine insan ruhunu ve düşünce dünyasını irdelediği bir roman yazmış olması biz okurlar için büyük bir niyet. Yalom birbirinden farklı çağlarda yaşamış iki insanın sosyal çevresini harika bir şekilde yazıya geçirmiş. 17. yüzyıl Hollanda’sında Spinoza’nın yalnızlığını tadıp ardından Nazi Almanya’sının dehşetine dönüş yapmak benzersiz bir okuma deneyimiydi.

Romana puanım 7.5/10. En kısa zamanda Nietzsche Ağladığında isimli romanını da okumayı planlıyorum.

Reklam

Gazap Üzümleri

Orijinal İsim: The Grapes of Wrath (1939)

Yazar: John Steinbeck

Okuma Tarihi: 14 Mart 2023 – 26 Mart 2023

Steinbeck’in Dustbowl üçlemesinin son parçası olan Gazap Üzümleri sonunda bitirmeyi başardığım romanlar arasındaki yerini aldı. Bu kült eseri okumuş olmaktan dolayı son derece mutluyum.

Romanın konusu Oklahoma’dan Kaliforniya’ya mevsimlik işçi olarak çalışmak umuduyla yola çıkan Joad ailesinin başından gelenleri anlatıyor. Bankanın toprağında yerleşik bir düzeni olan Joad ailesi günün birinde yerlerinden edilirler. Ailenin en büyük çocuğu Tom bu olaylar gerçekleşirken hapis yattığı McAlester’den beraat etmiş ve evine dönmektedir. Dönüş yolunda eskiden köylerinde papazlık görevi gören Jim Casy ile karşılaşır. Casy ile birlikte yolculuk eden Tom ailesinin yanına döndüğünde krizlerle boğuşan zorla bir araya getirilmiş bir yapboz ile karşılaşır. Teksas, New Mexico ve Arizona üzerinden gerçekleştirdikleri yolculuk esnasında bu parçalar yer yer çatırdamakta, yer yer ayrılmaktadır.

Beni Steinbeck’in üslubuna bağlayan en önemli unsur dilinin akıcılığı diyebilirim. Buna ek olarak konu edindiği 20ler ve 30lar Amerikası’ndaki sosyal, ekonomik ve politik durumun nasıl olduğunu tüm çıplaklığı ile yansıtmış olması da işlerini takdir etme nedenlerimdendir. Bitmeyen Kavga, Fareler ve İnsanlar, ardından da Gazap Üzümleri’ni okumuş olmak bana dönemin ruhunu anlamam konusunda epey mesafe aldırdı.

Romana puanım 8/10. Sıradaki Steinbeck romanım Cennetin Doğusu olacak diye düşünüyorum.

Aynalar Cehennemi ve Diğer Öyküler (Kolektif)

Orijinal İsim: The Hell of Mirrors and Other Tales (1924-1929)

Yazar: Edogawa Ranpo

Okuma Tarihi: 6 Mart 2023 – 12 Mart 2023

Haruki Murakami başta olmak üzere modern Japon edebiyatı hep ilgi alanımda olmuş bir camiadır. Söz konusu yaratıcı iş çıkarmak olunca Japonlar her alanda farkını bir şekilde ortaya koymayı başarıyorlar. Bu farklılığı kültleşerek Japon Klasikleri haline gelen Taisho dönemi yazarlarında dahi bulmak mümkündür.

20. yüzyılın başında eser vermiş yazarlar arasında favorim yaklaşık 10 senedir Akutagawa Ryunosuke’den başkası değildi. Ancak bu durum an itibariyle değişti. Okuduğum bu derleme eserin başlığına Aynalar Cehennemi isimli öyküyü taşımış olmalarına çok şaşırdım. Kitaptaki her öyküyü sevmiş olmakla birlikte Aynalar Cehennemi’nden on gömlek üstün olduğunu düşündüğüm en az üç tane öykü sayabilirim.

Kısaca eserdeki hikayelere değinmek gerekirse;

Aynalar Cehennemi: Aynalara takıntı noktasında ilgi duyan bir adamın ömrünü ayna düzenekleri kurmak ve onlarla farklı çalışmalar yürütmek üzerine idame ettirdiği bir öykü. (6.5/10)
İnsan Koltuk: Bir koltuk imalatçısının satmak için yaptığı bir koltuğa gizli bir bölme yapıp kendisini oraya gizlemesi üzerine şekillenen son derece rahatsız edici ve finaliyle insanın tüyleri diken diken eden bir anlatı. (7.5/10)
O-Sei Sahnede: Vefasız bir eş olan O-Sei’nin hasta kocasının ölümüne neden olmakla birlikte kalmayıp boynunu timsah göz yaşları ile kurtarmasını konu alan bir hikaye. (6/10)
Mars Kanalları: Hayal ile gerçeklik arasında sanrılar gören bir adamın kendi kendine konuştuğu ve tahminen son anlarını yaşamakta olduğu bir öykü. (7/10)
Parmaklar: Bir kaza sonucu elini kaybeden bir piyano sanatçısının doktorlar tarafından parmaklarını oynatabildiğine ikna edildiği, dönemin tıp bilgilerinin işlendiği garip bir memorat. (6/10)
Kumaş Resimle Birlikte Yolculuk Eden Adam: Doğaüstü bir olayın işlendiği saf bir aşk öyküsü. Hikayenin sahip olduğu melankolik atmosferi ve buna tat katan gizem unsuru çok beğendim. (7.5/10)
Kırmızı Oda: Kusursuz planlar ile doksan dokuz kişiyi katleden bir adamın cinayetlerini nasıl masum yollarla gerçekleştirdiğini anlattığı son derece heyecan verici bir hikayeydi. Bana da benzer bir öykü yazma konusunda ilham verdi. (8.5/10)
Zehirli Ot: Kadınların düşük yapmasına neden olan bir bitki keşfeden iki arkadaşın kendi aralarındaki konuşmaları ile başlayan bir öykü. (7/10)
Psikolojik Test: Edogawa Ranpo’nun ünlü dedektif karakteri Kogoro Akechi’nin rol aldığı son derece zekice yazılmış bir polisiye öyküsü. (8.5/10)
Yüzük: Trende gerçekleşen bir kapkaç olayının arkaplanını diyaloglar üzerinden öğrendiğimiz bir satranç oyununu anımsatan akıl oyunları işlenmiş kısa bir hikaye. (7/10)
İki Sakat: Uyurgezerliği sırasında istemsizce çevresine zararı dokunmuş bir adamın öğrencilik hayatını geçirdiği yurtta başından geçen büyük bir olayı anlattığı günah çıkarma benzeri bir öykü. (7.5/10)
Monogram: Edogawa Ranpo’nun stilini en iyi şekilde özetleyen öykülerden biri. Sonu beklenmedik şekilde biten bir aşk öyküsü. Okurken benzer bir hikaye kaleme alma isteği uyandı içimde.

Esere vereceğim genel puan 8/10. Kitap son derece iyi yazılmış öyküler içeriyordu. Artık Japon edebiyatı klasikleri içinde Ranpo’yu bir numarama gönül rahatlığı ile koyabilirim.

Dorian Gray’in Portresi

Orijinal İsim: The Picture of Dorian Gray (1890)

Yazar: Oscar Wilde

Okuma Tarihi: 27 Şubat 2023 – 5 Mart 2023

Geçmişte spoiler konusunda epey takıntılı bir insandım. Bu olumsuz özelliğimi son birkaç yılda yenmek için önemli adımlar attım. Takıntımın ihtivası, hikayesinin sonunu ya da olayların kırılma noktasını öğrendiğim bir eserin tüm tadının kaçtığı yönünde idi. Önemli gelişmelerini bildiğim için hala izlemediğim/okumadığım eserler mevcut (bkz. The Sixth Sense, The Usual Suspects).

Dorian Gray de dramasını önceden haber aldığım için gözümde tüm büyüleyiciliğini kaybeden edebiyat eserlerinden biriydi. Yine de bu kitabı okumamış olmak benim için bir eksiklikti. Bu açığımı kapatmak için sakin bir haftayı seçtim ve okumaya başladım.

Romanın meselesi, Dorian Gray’in yıllar içinde yozlaşıp ahlaksız işler peşinde koşan bir insana dönüşmüş olmasına rağmen bunu toplum karşısında maskeleyebilecek güzel ve gencecik bir bedene sahip olmasıydı. İnsanın ruhunun taşıdığı çirkinliklerin bedenine de yansıyacağı fikri ile şekillenen bir hikayeye sahip.

Benim için romanı etkileyici kılan öge Dorian Gray’in kötülük meleği rolüne soyunmuş Lord Henry “Harry” Wotton idi. Dorian’a söylediği sözler ile onu hayatın karanlık taraflarına yönlendirdiği söylenebilir. Ana karakterimiz kendi ahlak filtresini oluşturamayan çocuksu bir kişilikken Lord Henry’nin tavsiyeleri nedeniyle birden kendisini saf kötülük yumağının ortasına sürüklenmiş halde bulur.

Tablonun tamamlandığı an dilediği dilek nedeniyle gerçek bedeni ile portredeki imgesinin yer değiştirmesi durumu son derece ikonik bir kurgusal olay. Birçok popüler kültür eserinde de Dorian Gray’e atıfta bulunulur. Sıkça karşılaşılan, son derece ünlü bir eserdir.

Romana puanım 7.5/10.

Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında

Orijinal İsim: 国境の南、太陽の西 (Kokkyou no Minami, Taiyou no Nishi) (South of the Border, West of the Sun) (1992)

Yazar: Haruki Murakami

Okuma Tarihi: 2 Ocak 2023 – 7 Ocak 2023

Haruki Murakami eserlerine isim verme konusunda bir uzman. Benim gibi başlıklara düşen okurları kolayca etkileyebildiğine eminim. Her romanının adı ayrı ayrı güzel. Ancak şu ana kadar en şiirsel bulduğum bu kitap oldu.

Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında romanının öyküsü, Hajime isimli bir adamın ergenliği ve orta yaşlılığı dönemlerini konu alıyor. Kitapta üç önemli kadın karakter var. Birincisi çocukken en iyi anlaştığı ve aralarında romantik hiçbir şey yaşamadıkları Shimamoto, ikincisi ortaokul çağında romantik yakınlaşmalar yaşadığı Izumi ve üçüncüsü hayatını birleştirdiği eşi Yukiko. Bu üç kadın da Hajime’nin hayatının farklı yönlerini temsil ediyorlar. Yukiko onun güvenli alanı, düzenli bir hayat kurmasını sağlayan vefalı eşidir. Izumi ise onu kuzeni ile aldattığı için derin bir pişmanlık duyduğu eski kız arkadaşıdır. Shimamoto ise Hajime’nin kendi hayallerinde kusursuzlaştırdığı, gizemli ve garip bir kadındır.

Romanın ilgi uyandırıcı bir atmosferi var. Ana karakterlerin nispeten pasif bir rol alıyor olması bazen beni rahatsız etse de yaşanan olayların ilginçliği beni her zaman esere bağlı halde tutuyor.

Murakami bu romanında büyük bir anlatı, karmaşık bir olay örgüsü falan sunmuyor. Zaten bugüne değin okuduğum hiçbir kitabı bu tarzda değildi. Kaleminin ilginç bir yanı var. Basit bir olayı dahi o kadar akıcı bir şekilde işliyor ki kendimi hep bir sonraki bölümde ne olacak merakı yanıp tutuşuyor halde buluyorum. Bu durumu son zamanlarda okuduğum yazarlar arasında sadece Kazancakis, Steinbeck ve Murakami’de yaşadım.

Esere puanım 8/10. İmkansızın Şarkısı ile eş düzeyde gördüğüm bir roman. Onu okuyanların bu hikayeyi de beğeneceğine eminim.

Aylak Adam

Orijinal İsim: Aylak Adam (1959)

Yazar: Yusuf Atılgan

Okuma Tarihi: 1 Aralık 2022 – 28 Aralık 2022

Yusuf Atılgan hakkında ne düşünmem gerektiğinden henüz emin değilim. Anayurt Oteli ve sonrasında da Aylak Adam’ı okumuş biri olarak hala yazara dair ne hisler beslediğimi bilemiyorum. Bilinçakışı tekniğine James Joyce’tan alışkın olmama rağmen Atılgan’ın kalemi bana kendisini bir türlü okutmuyor. Fazla karamsar ve boğuk hissettiriyor.

Roman adı C. ile zamirleştirilen bir karakterin başından geçen bir yılı konu ediniyor. Bu bir yıl kitabın dört mevsime bölünmüş olmasıyla da kolayca takip edilebiliyor. C. karakteri babasından nefret eden biri olmasına rağmen hayatını babasından kalan mülk ile idame ettirmektedir. Çalışma gibi bir derdi olmayan bu 28 yaşlarındaki elemanın tek derdi bir lokantaya ‘müşteri’ olmamaktır. Sürekli bir yerlerde dolanır ve bilmediği bir şeyi aramayı sürdürmektedir.

Aylak Adam kelimenin tam anlamıyla bir aylaktır. Bu yaşam stiline sahip insanlar benim sinirimi bozmuştur. Hayatı kolay yoldan yaşamaya başlamış olmalarına rağmen hiçbir şey yapmaya ilgi duymayan bu tipler, hevesli olmasına rağmen hiçbir şey yapacak vakti ve nakiti olmayan insanları çileden çıkarır. Bu yüzden romanı okurken sık sık sinirlendim.

Kitaba puanım 7/10.

Rüzgarın Şarkısını Dinle

Orijinal İsim: 風の歌を聴け (Kaze no uta o kike) (Hear the Wind Sing) (1979)

Yazar: Haruki Murakami

Okuma Tarihi: 26 Kasım 2022 – 30 Kasım 2022

Haruki Murakami çağdaşım olan yazarlar arasında sanırım işlerini en beğendiğim ve kendimden az da olsa birtakım parçalar bulduğum birisi. İşlerini okurken kafamın bir köşesinde Asano Inio’nun eserlerinden paneller dönüp duruyor. Onun mangalarında Murakami’nin etkileri bariz bir şekilde görülüyor. Bunu okuduğum her Murakami romanıyla daha da iyi kavrıyorum.

Rüzgarın Şarkısını Dinle Murakami’nin ilk yazarlık deneyimi olarak geçiyor. İnanılmaz bir kurgu anlatmıyor elbette ama hem Kadınsız Erkekler hem de İmkansızın Şarkısı‘nda aldığım tadın en vahşi ve ham halini burada da alabilmeyi başardım. Yazar özünü ilk kitaptan beri taşımayı sürdürüyormuş.

Bu eser okuması çok kolay, basit bir olay örgüsüne sahip son derece akıcı bir dil ile kaleme alınmış. Sabahları toplu taşıma yolculuğu yaptığım için sık sık okumam bölünür ve indi bindi yaparken okuduğum bölüm yarım kalacak korkusu aklımın bir kenarında hep durur. Ancak bu kitaptaki bölümler oldukça kısa ve okunması rahat. Bu da beni daha çok okumaya bir duraktan diğerine gidene kadar kitapta biraz daha fazla ilerleyebilme konusunda teşvik etti.

Esere puanım 7.5/10.

Puslu Kıtalar Atlası

Orijinal İsim: Puslu Kıtalar Atlası (1995)

Yazar: İhsan Oktay Anar

Okuma Tarihi: 11 Ekim 2022 – 26 Ekim 2022

Puslu Kıtalar Atlası benim çok uzun zamandır okumayı istediğim bir romandı. Ancak ne gariptir ki hiçbir kitap alışverişimde aklıma satın almak gelmezdi. Bu sebeple okuma eylemim de sürekli ertelenip durdu. Şu an bu kitabı okumuş bir insan olarak şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki, pişmanım. İhsan Oktay Anar külliyatına çok önceden girmem gerekiyordu. Bu kitabı yıllarca bekletmiş olmaktan dolayı çok üzgünüm.

Romanın kurgusunu takip etmek çok keyifliydi. Hikayelerin her birbirinden bağımsızmış gibi anlatıp sonunda aynı noktalarda buluşturabiliyor olması da son derece zekice idi. Bünyamin’in önce uyku ilacı alıp sonra ölü sanılması, cenaze töreninin ardından uyanıp mezardan çıkması, hortlak gibi dışarıda gezip evine dönmesi, mezardan çıkarken boğazına bir taş parçasının kaçmış olması, Vardapet isimli lağımcı bir Ermeni’nin radarına girip humbaracılık faaliyetlerine katılması için davet edilmesi, Nemçe (Avusturya) ile savaşta Vardapet’i kaybedip bölgeyi terk etmesi, İstanbul’daki babası Uzun İhsan Efendi’nin malına el konulup gözünü kör kulağını sağır ettiklerini öğrenmesi üzerine İstanbul’a yola düşüşü, Anadolu’da dolanırken yüzünü yaralaması, Hınzıryedi aracılığıyla İstanbul dilencileri teşkilatına girişi, Ebrehe isimli Büyük Efendi’nin gözüne girip teşkilatın sırlarına vakıf olmaya çalışması, Kehanet Aynası’nın kıyamet alametleri olan son yedi yıldaki olayları öğrenmesi vs derken tüm hikayeyi özetleyecektim neredeyse.

Esasında yazdığım detaylar yaşanan olayların tek bir karakterin gözünden seyredilen kısımları idi. Aynı olaylara Bünyamin’in üvey kardeşi Alibaz cephesinden baktığımızda karşımızda çocuk yaşında İstanbul sokaklarında eşkıyalık yapan efsanevi Efrasiyab’ı buluyoruz. Yan karakterlerin dahi arka plan hikayeleri son derece keyifli iken bu kurguda sıkılmak hiç de mümkün durmuyor.

Romana dair tek şikayet edebileceğim nokta okumasının biraz zor olması. Ancak bu söz sanatı yapılması veya ağdalı bir dil kullanılmasından kaynaklanmıyor. Ortada gerçekten iyi bir kurgu olduğu için farklı bakış açılarından anlatılan bölümlerin nerede başlayıp nereye bağlandığını iyi takip etmek gerekiyor. Bunun için de kitaba tamamen odaklanıp zihninde sadece öykünün yer alması gerekiyor. Yorgunken veya kafanız doluyken okunabilecek bir eser değil.

Romana puanım 8/10. Anar’ın diğer kitaplarını da ilk fırsatta edinip okumak istiyorum.

Kadınsız Erkekler

Orijinal İsim: 女のいない男たち (Onna no inai otokotachi) (Men Without Women) (2014)

Yazar: Haruki Murakami

Okuma Tarihi: 26 Eylül 2022 – 3 Ekim 2022

Beni bu kitaba çeken en önemli şey eserin başlığı idi. Çok vurucu bir isim tamlaması olduğunu düşünüyorum. Ve eserin derdini o kadar iyi özetliyor ki bu eserin içinde barınan yedi öyküyü bundan daha iyi özetleyebilecek daha iyi bir başlık düşünemiyorum.

Kadınsız Erkekler içinde eserin başlığını paylaşan bir öykünün de yer aldığı toplam yedi farklı hikayeden oluşan bir derleme öykü kitabıdır. Sırasıyla bu öyküler;

Drive My Car: Kafuku isimli yaşlı bir aktörün Watari isimli özel şoförlüğünü yapan genç bir kıza karısı ve onun gizli sevgilileri hakkındaki düşüncelerini anlattığı bir öykü.
Yesterday: Kansaili Tanimaru isimli bir gencin, Tokyo doğumlu olup Kansai hayranı arkadaşı olan Kitaru ve onun çocukluktan beri tanıdığı kız arkadaşı Erika arasında geçen garip aşk üçgeni benzeri bir beceriksizlik öyküsünü konu alıyor.
Bağımsız Organ: Doktor Tokai isimli bir plastik cerrahı merkezine koyan bu öyküde birçok kadınla birlikte olan bu yakışıklı adamın günün birinde gönlünü bir kadına kaptırıp daha sonrasında kendini nasıl heba ettiğini öğreniyoruz.
Şehrazad: Habara isimli bir adama bakıcılık eden ve ismini öğrenemediğimiz bir kadının Habara ile her sevişmeleri sonrasında ona çocukken aşık olduğu sınıf arkadaşına karşı duyduğu platonik aşkı sırasında yaptığı garip eylemleri anlattığı bir hikaye.
Kino: Büyülü gerçekçilik yönü ile ağırlık kazanan bu öykü Kino isimli orta yaşlı bir adamın kendisini aldatan eşinden ayrılması sonrasında işinden ayrılıp bir kafe işletme kararı alışı ile kuruluyor. Hayatta başına gelen olaylara karşı çözümsüz ve donuk kalışına odaklanılan öykü finaliyle birlikte okuru gerçekten etkilemeyi başarıyor.
Aşık Samsa: Kitapta okurken keyif almadığım tek hikaye bu idi. Dönüşüm romanını tersten ele alıp hiç ilgimi çekmeyen bir semboller dünyasında geçen bir öykü anlatmış.
Kadınsız Erkekler: Esere adını da veren bu öykünün melankoli seviyesi beni efkar moduna sokmak için yeterli düzeydeydi. Ancak öykünün uzunluğunun kısa olması nedeniyle aşırı tribe girmeden ayrılmış oldum.

Bu öyküler içinde favorilerim Kino ile Kadınsız Erkekler oldu. Kino başrolünün eylemsizliği ve tepkisizliği nedeniyle düştüğü trajedi nedeniyle en sevdiklerim arasına girdi. Ancak Kadınsız Erkekler ise bu kitaptaki belki de bana edebi yönden en derin ve hassas dokunuşu yapan öykü olduğu için favorim olabildi. Dünyanın en yalnız ikinci erkeğinin, dünyanın en yalnız erkeğini anlama çabasıydı sanırım beni bu kadar etkileyen şey.

Esere puanım 7.5/10. Murakami’nin melankolik stilini sevenlerin mutlaka okuması gereken bir öykü derlemesi.

Perslerin Kayıp Ordusu

Orijinal İsim: The Lost Army of Cambyses (2002)

Yazar: Paul Sussman

Okuma Tarihi: 11 Eylül 2022 – 25 Eylül 2022

İş yerinde kitaplar üzerine sohbet ettiğim bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine okumaya başladım. Daha önce bu yazarın adını dahi duymamıştım. Kendisi eski bir arkeolog olan Paul Sussman biraz saha tecrübeleri, ama çoğunlukla sahip olduğu tarih bilgisinden faydalanarak Herodot’un Tarih isimli eserindeki bir gizeme modern bir yorum getirmek istemiş.

Hikayemiz Mısır’ın Batı Çölü’nde ortaya çıkarıldığı söylenen bir yazıtın haberi üzerine yaşananları konu alıyor. Mısırbilimci bir babaya sahip Tara Mullray, uzun süredir görüşmemeleri nedeniyle Mısır’a babasının yanına bir ziyarette bulunmaya karar verir. İngiltere’deki evinden çıkıp Kahire’ye gelen Tara’yı Mısır’da birçok sürpriz beklemektedir.

Babasının kazı alanındaki durumu, yazıtın eline geçişi, eski sevgilisi Daniel ile karşılaşması, peşine düşen bir terör örgütünün varlığı ve her şeyden önemlisi hiç kimseye güvenemediği bir durumun içinde bulunuşu ile şekillenen hikaye, okurunu Kahire’nin sokaklarından alıp Nil boyunca güneyi gezdiriyor. Siwa Vahası’nda sonlanan öykü baştan sona sürükleyici bir macera vaat ediyor.

Esere puanım 6.5/10. Antik Mısır ve definecilik hikayelerini seviyorsanız bu kitaba bir şans verebilirsiniz.